26 Kasım 2010 Cuma

Viyana: İhtişamın, Tarihin, Sanatın, Kafelerin, Kahvenin ve Pastanın Şehri - 1

Anlat anlat bitmez Viyana... Üç kez gittim; yine giderim bu 17. yüzyıl ihtişamı ve tarihiyle dimdik ayakta duran bu harika şehre... Yine yoldayım... THY'nin sabahın körü uçuşlarından biriyle kısacık bir uçuş ve hooop yine havalimanından kalkan otobüsle "Schwedenplatz"'a bırakılıverdim. Üç kısacık metro durağı sonunda, koca seyahatimi sığdırdığım valizimi sürükleye sürükleye birkaç sokak ileride olan otelime vardım... Odam hazır ve sonrasında yine ver elini Viyana sokakları...

Şehre üçüncü gelişim; ama yine yapacak bir dolu şey, geçen defalarda artık yetişilememiş bir dolu sergi ve müze gezintisi var... Metroya atlıyorum; beş durak ötedeki "Karlsplatz" metro durağında inip, bir 18.yüzyıl harikası olan "Karlskirche"(Karl Kilisesi)'nin önünden yürüyerek, ilk hedefim olan Prens Eugéne'nin yazlık sarayı "Belvedere"'ye varacağım. Muhteşem bahçesiyle gözlerimi alan bu harika sarayda, 19. yüzyılın sonlarında Almanca konuşulan bölgede temelleri atılmış olan "Jugendstil" sanat akımının öncülerinden ve belki de en güzel örneklerini veren "Gustav Klimt"'in "Der Kuss"(The Kiss) isimli tablosunu göreceğim. Geçtiğimiz gezide maalesef kapanış saati öncesinde içeri girmeyi başaramamıştım...

Metrodan inip, "Karlsplatz"( Karl Meydanı) üzerinde birkaç metre yol aldıktan sonra, ağaçların arasından o muhteşem "Karlskirche"(Karl Kilisesi)'nin silueti belirmeye başlıyor... 18. yüzyıl mimarisinin şehirdeki en güzel örneklerinden biri olan bu Barok şaheser, kentin 1713 veba salgından kurtulmasına adanmıştır. Düzenlenen tasarım yarışmasını kazanan "Bernhard Fischer von Erlach"'ın bu ihtişamlı eserinin en dikkat çekici özellikleri; dev kubbesi, kemerli girişi ve minare benzeri spiral sütunlar ile bunlar üzerinde yer alan süslemelerdeki doğu esintileridir. Aslen, bu sütunların Roma'daki "Traianus Sütunu"'ndan esinlenildiği dile getirilmektedir.

Karlskirche

Bu güzel yapının, nihayet bu gelişimde bir konser eşliğinde iç mekanını da keşfedecek olmanın verdiği heyecanla Belvedere'ye doğru yoluma devam ediyorum. "Schwarzbergplatz"(Schwarzberg Meydanı)'da yer alan ve yaz gecelerinde ışıklandırılan dikkat çekici bir çeşme olan "Hochstrahlbrunnen" üzerinde oluşan mini gökkuşağını da kaçırmıyorum.

Hochstrahlbrunnen - Scwarzbergplatz

Hemen bu çeşmenin arkasında, Viyana'yı kurtarmasının anısına Kızıl Ordu'ya adanmış bir anıt yer almaktadır.
Kızıl Ordu Anısına Yapılmış Anıt - Schwarzbergplatz

Belvedere Sarayı, hemen Schwarzbergplatz'ın arkasında yer alan "Schwarzberg Sarayı"'nın gerisinde boydan boya uzanmakta. Belvedere Sarayı'nın setlerinin sol tarafı boyunca uzanan yolun ismi "Rennweg". Schwarzberg Sarayı içerisinde şimdilerde bir otel, bir restoran ve İsviçre Büyükelçiliği yer almakta olduğu ve sarayın girişi sadece kendi misafirlerine açık olduğu için gezemiyorum maalesef. Onun yerine, birçok güzel binaya ev sahipliği yapmakta olan Rennweg üzerinde kısa bir yürüyüş yaparak, Belverede'nin üst girişinden girmeye karar veriyorum. Yaklaşık yüz metre ileride sağımda asla ve de asla reddedemeyeceğim, önceki gelişlerimden birinde ziyaret etme fırsatı bulmuş olduğum harika bir yerle tekrar karşılaşıyorum ve soluğu içeride alıp, kendime yol yorgunluğu bahanesi ile aklanmış yarım saatlik bir mola veriyorum. 

Burasının adı "Salmbräu" ve kendi ev yapımı biralarını üretiyor ve yıllardır da bu alanda ödül alıp duruyor. Hafif kırmızıya dönük göz alıcı rengi ve enfes tadıyla gerçekten büyüleyici bir harman olan "Märzen"'dan yarım litrelik bir kupa söyleyip Viyana kitabımın sayfalarında dolanmaya başlıyorum. "Başka nereye nereye nereye gitsem???..." İlgilenenler bu harika bira evinin sayfasını ( http://www.salmbraeu.com ) arzu ettikleri herhangi altı dilden birinde inceleyebilirler :-) 

Salmbräu İç Mekan

Programımda Belvedere Sarayı ve Müzeler Bölgesi olduğunu ve çoğu müzenin de Perşembe günleri hariç saat 18:00'da kapandığını hatırlar hatırlamaz hızlıca yola koyuluyorum gene. Yalnız, bu güzel ışığı kaçırmamak adına yine Belvedere'nin alt kapısından girip bahçeyi boydan boya hem gidişte hem de dönüşte yürüme kararı alıyorum. Oradaki kadar büyük ve ihtişamlı olmasa da Versailles Sarayı'nın bahçelerini anımsatıyor bana buradaki özenli peyzaj...

Belvedere Bahçesinin Yukarı Belvedere'den Görünümü

Belvedere Bahçesindeki Havuzlardan Biri

Bahçenin dört bir yanında muntazam bir biçimde yerleştirilmiş birbirinden ilgi çekici heykeller ve sfenksler yer almakta. Aslan gövdeli, insan başlı bu sfenksler gücü simgelemekteymiş. 
Belvedere Bahçesindeki Heykellerden Biri - Arkada Ünlü Stephansdom'un Kulesi

Belvedere Bahçesindeki Sfenkslerden Biri


Belvedere, 17. yüzyılda Osmanlı kuşatmasının sona erdirilmesinde önemli bir rol oynayan Prens Eugéne'in yazlık sarayı olarak yaptırılmış, Fransız tarzında tasarlanan harikulade bir bahçeyle birbirine bağlanmış iki saraydan oluşuyor. Günümüzde, her iki saray da müze olarak kullanılıyor ve benim hedefimde öncelikle taa yazımın başında heyecandan dayanamayıp sözünü etmekten kendimi alamadığım Gustav Klimt'in o muhteşem eserinin yer aldığı "Yukarı Belvedere" var...


Yukarı Belvedere


Müze mağazasının içinden alelacele biletimi aldıktan sonra, şu an Viyana'daki çok değerli koleksiyonlara ev sahipliği yapmakta olan bu harika mekanın iç dizaynını inceliyorum büyük bir iştahla. Büyük, uzun pencerelerin sık bir düzende yerleştirilmesi sayesinde, iç mekandaki ihtişam doğal bir aydınlatmayla gözler önüne serilmiş durumda. Girişte ziyaretçileri karşılayan bölüm Sala Terrena olarak adlandırılıyormuş. Burada dört sütunu süsleyen Hercules figürleri bulunmakta. Geniş merdivenleri ve giriş katının sol kanadına gizlenmiş şapeliyle, ev sahipliği yaptığı koleksiyonlar kadar, kendisi de seyirlik olan bu güzel binanın gözden kaçırılmaması gereken bir özelliği de, bazı camların muhteşem bahçe peyzajını yukarıdan fotoğraflayabilmeniz için açık bırakılmış olduğu.. Fırsat bu fırsat, yukarıdaki resimlerden biri size tanıdık gelecek:-)

Giriş katında dönemsel sergilere yer verilmekte, hızlı bir tur ve muhteşem mermer merdivenlerden geçerek, "Erken 20.Yüzyıl Sanatı" ve "Tarihselcilik-Gerçekçilik-Empresyonizm" koleksiyonlarını büyük bir keyifle geziyorum. Bu koleksiyonlarda, Ortaçağ dönemine ait oldukça değerleri eserler yer aldığı gibi, Franz Xaver Messerschmidt'in karakter başları, Claude Monet ve Van Gogh'un yapıtları da yer almakta. Şapel için seyir balkonu yine bu katta, ve bir göz atmadan kesinlikle geçmemek gerektiğine inanıyorum... Üst katta Avusturya "Biedemeier" dönemine ait eserler ve "Neo-Klasizm-Romantizm" koleksiyonu yer almakta. Jugendstil dönemi üstadı Gustav Klimt'in, bu döneminin ikonu olmuş Der Kuss(The Kiss) ve Judith I. tabloları en yoğun ilgiyi görmekteyse de, Yukarı Belvedere ünlü Avusturyalı ressam "Egon Schiele"'nin de başyapıtlarını sayesinde de oldukça ziyaretçi almakta. 

Belvedere ile ilgili daha çok şey öğrenmek ve maalesef benim fotoğraflarını çekemediğim iç mekanın güzelliğinin tadını çıkartmak için kendi sayfasını ziyaret edebilirsiniz (http://www.belvedere.at).

Der Kuss - Gustav Klimt

Judit - Gustav Klimt

Şehrin güneydoğu ucunda yer alan "Belvedere Semti"'ne şimdilik veda ederek hızlı adımlarla "Müzeler ve Belediye Sarayı Semti"'ne doğru yol alıyorum. Viyana 1.7 milyonluk nüfusu ile ülkenin en kalabalık kenti ve Avrupa'nın da en kalabalık kentlerinden biri olsa da, gerçekte gezip görülecek herşeyin yürüme mesafesinde olduğu, oldukça kompakt bir şehir. Haritayla birazcık arası olan biriyseniz, birkaç dakikalık bir planlamayla sıralayacağınız nokta atışlarıyla şehirdeki tüm semtleri bir gün içerisinde rahatlıkla yürüyüp bitirebilirsiniz; ancak bu Viyana'nın bir güne sığacak bir şehir olduğunu asla düşündürtmemeli.. Yapacak, gezecek, görecek, inceleyecek, dinleyecek, yiyecek, içecek o kadar çok şey var ki, üçüncü gelişim ve halen listeme yetişmek için koşturuyorum... Tüm bunları size sadece Viyana'nın yürüyerek keşfedilmeye ne kadar elverişli bir yer olduğunu anlatmak için yazdım... 

Yol üzerindeki durağımız "Staatsoper"(Şehir Operası)... Geçen gelişlerimden birinde içini gezme fırsatı bulmuştum. Hazır yol bu semtin kenarından ve opera binasının önünden geçerken, bu semtten de söz etmek istedim. 

Şehirde her bina, her yer, her şey görmeye değer, opera binasının içi ve dışı da buna dahil... 19. yüzyıl mimarisinin Neo-Rönesans tarzındaki muhteşem bir örneği olan bu bina, 1869 yılında "Mozart"'ın "Don Giovanni"'si ile perdelerini açıyor; ancak kent sakinlerinin her nedense pek hoşuna gitmiyor. Gelgelelim, 1945 yılında bombalanıp büyük ölçüde yıkıldığında ise, bu olay kente karşı bir saldırı olarak nitelendiriliyor. On yıllık bir aradan sonra son teknoloji ürünü olan dev sahnesiyle 1955 tarihinde "Beethoven"'ın "Fidelio"'su ile opera binası tekrar perdelerini açıyor...

Wiener Staatsoper (Viyana Şehir Operası)
Bu zarif yapının her iki yanında, "Hans Gasser"'in tasarladığı ikiz çeşmeler yer almaktadır. Keder, Aşk ve İntikam'ı simgelediği belirtilen figürlerde mitolojik denizkızı "Lorelei" betimlenmiştir. "Lorelei da nedir?" diyenleri tatmin edecek güzel bir linki de eklemeyi ihmal etmiyorum :-) ( http://www.loreley-info.com/tue.php )

Staatsoper'in yanındaki ikiz çeşmelerden biri

Birçok sanatsevere göre dünya operasının merkezi olarak kabul edilen Wiener Staatsoper'de biletler aylar öncesinden tükenmekte... Bir servet niteliğinde tutarlara satılan localardan bir taNe edinmek ise çok az sayıda meraklısına nasip olmuş durumda:-) Tüm bunlara karşın, opera binasını günün belli saatlerinde düzenlenen rehberli turlar eşliğinde gezmek ve detaylarının tadına varmak pekala mümkün:-) İhtişamlı ana merdivenlerin önündeki toplanma sonrasında, opera binasının içerisindeki tüm önemli salonların, bu salonlarda yer alan değerli sanat eserlerinin de anlatıldığı, ileri teknoloji ürünü olan sahneye ve sahne arkasına geçişin izin verildiği bir saatlik enfes bir turu kaçırmamak için, o güne ait gezi planınızı en azından bir gün önceden netleştirmenizi şiddetle tavsiye ederim; çünkü bu rehberli turlar yıl içerisinde değişiklik göstermekle birlikte gün içerisinde bir ya da iki kez yapılmakta...

Opera Salonu Balkon ve Localarından Bir Kesit

Opera Salonu'nda Yer Alan Devasal Avize

Opera Binası Sahnesi O Akşamki Oyuna Hazırlanıyor...

Opera Binası İç Mekan Koridorları ve Tavan Süslemelerinden Bir Kesit

Son olarak, Opera Binası'nda her yıl Viyana Karnavalı'nın son Perşembe günü gerçekleşen dillere desten "Opera Balosu"'ndan söz etmeden geçmek istemedim. Yüksek sosyetenin kalbur üstü şahsiyetlerinin, beyazlara bürünmüş bayanlar ve kavalyeleri şeklinde piste çıkarak, vals eşliğinde açılışını yaptıkları bu etkinlik, zaman içerisinde dünyanın en renkli ve en dikkat çekici balolarından biri olmuştur...

Kendime iddialı bir müzeler günü programı yapmamış olsam, hiçbir güç beni hemen birkaç adım ötedeki "Café Mozart"'ta bir mola alıp, enfes bir "Mozartkuchen" ya da "Esterhazykuchen" yemekten alıkoyamazdı... Geçen gelişlerimden birinde Opera Binası turu çıkışında yapmış olduğumuz bu kaçamağın anıları halen oldukça canlıdır:-))) 18.yüzyılın sonlarında Mozart'ın ölümünden kısa bir süre sonra bugünkü yerinde açılmış olan bu kafe, Cafe Mozart ismini 20.yüzyılın başlarında almıştır. Viyana kafelerinin tadını sigara içilmez ortamda çıkartmak, Viyana kahvelerinin ve pastalarının harikulade ürünlerinin tadını çıkartmak için muhteşem bir adrestir. Pastalar hem göze hem de damağa hitap etmekte olduğundan, menü ilk ele alındığında yaşanan "Acaba hangisini yesem?" sorunsalı, sağa sola servis edilen tabaklara kayan gözlerle menüde ilgili ürünleri eşleştirme çabası dahilinde uzayan bir sipariş süresine sebep olmaktadır. Çözüm çok basit, çok kişi gidin, hepiniz ayrı bir sipariş verin ve paylaşın... Kimsenin gözü kimsenin pastasında kalmasın, herkes herşeyden tatsın; bir tatlı komasında mümkün olduğunca çok lezzetle tanışmanın ve içten içe "Ben onu denedim.." tatmini yaşansın... Viyana böyle bir yer... Tatlılar muhteşem, başa çıkmanın tek yolu ise tatmak yöntemiyle sinsice ilerlemek:-)) Café Mozart'ın sayfasına göz atmanızı istemek bugün size yapacağım son kötülük olacak:-) ( http://www.cafe-mozart.at/en/the-cafe/ )

Café Mozart İç Mekan


"Müzeler Semti ve Belediye Sarayı" semtine geçmeden yazımı yavaş yavaş noktalamaya karar verdim. Dolayısıyla, hazır Opera Semti'nden söz ederken, geçen gelişlerimde burada ziyaret ettiğim dikkat çekici mekanları da bu yazıda dile getirip bugünlük hoşçakalın demek istedim.. Opera Semti'ndeyiz veee devam ediyoruz...

Opera Binası'nın hemen arkasında meşhur Sacher Hoteli  yer almaktadır. Viyana mutfağının sevilen pastalarından bir olan Sachertorte'yi keşfeden Franz Sacher'in oğlu tarafından kurulduğu dile getirilen otel, söylentilere göre 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyıl ortalarına kadar geçen dönemde, zengin ve soylu sınıfın evlilik dışı ilişkilerine ev sahipliği yapmaktaymış. Onu bunu bilemem; tel çok gösterişli ve Sachertorte de lezizdir:-) Az önce sözünü ettiğim Café Mozart da hemen bu otelin arkasındadır.


Hotel Sacher

Opera Binası'nın arkanıza aldığınızda sağda uzanan cadde üzerinde sola doğru ilerlediğinizde, sizi öncelikle sol tarafınızda Viyana'nın ünlü kafelerinden biri olan "Café Museum" karşılayacaktır. "Adolf Loos" tasarımı olan kafenin eski günlerdeki şıklığını biraz yitirmiş olduğu söylense de halen sanatçılar ve öğrenciler arasında popülerliğini koruyan bir yermiş...

Aynı yol üzerinde dümdüz ilerlemeye devam ettiğinizde yolun sağ tarafında karşınıza Jugendstil tarzının güzel bir örneği olan, inşa edildiği önemde o akımın sanatçılarının için bir sergi mekanı olarak kullanılmakta olan "Sezession" yer almaktadır. Hemen hiç camı olmayan, küp biçimindeki binanın en ilgili çekici özelliği çatısında altından bir lahanayı andıran top şeklindeki işlemeli küresidir. Ön cephesine altın harflerle yazılmış olan "Der Zeit ihre Kunst, der Kunst ihre Freiheit" (Zamana Kendi Sanatı, Sanat kendi Özgürlüğü) ifadesi Jugendstil akımının temel prensibini betimlemektedir. Bu ilginç ve sade mimarisi ile Viyana'nın sanat merkezlerinden bir olan bina, günümüzde çağdaş ve dönemsel sergiler için kullanılmaktadır.

Sezession


Sezession binasının hemen yanında, Viyana'nın aynı zamanda kaliteli şaraplarıyla da ünlü bir şehir olduğunu vurgularcasına ışıl ışıl karşınızda duran, yüzlerce çeşit şarabı deneyebileceğiniz, Viyana'nın ünlü şarap zinciri olan "Wein&Co"'nun bar & mağazası yer almaktadır. Gündüz saati etkinlik listenizi tamamladığınızda akşam yemeği öncesinde ya da geceyi kaliteli şarap tadımıyla noktalamak istediğinizde muhteşem bir alternatiftir... İlgililerine web adresi de işte burada (http://www.weinundco.at/)...

Wein &Co'nun hemen karşısında, yürümekte olduğunuz yolun hemen sol tarafında, sebze meyveden süs eşyasına varana kadar, ıvır zıvır herşeyi bulabileceğiniz ünlü pazar yeri "Naschmarkt" yer almaktadır. Gittiğiniz mekanlardan enteresan şeyler toplamak gibi bir hobiniz varsa biraz içerisinde dolanabilir ya da birkaç güzel fotoğraf karesi yakalayabilirsiniz...

Bu yol üzerinde beş yüz metre kadar daha yürüdükten sonra, Naschmarkt'a bakan göz alıcı iki binayı hemen farkedeceksiniz. 19.yüzyılın sonunda Jugendstil akımının öncülerinden Otto Wagner'in tasarladıpı bu binalar, sözkonusu akımın başyapıtları arasında kabul edilmektedir. Binalardan biri Kolo Moser'in tasarımı olan yaldızlı süslemesiyle göze çarpmaktadır. Diğer bina ise pembe, yeşil, mavi zarif çiçek desenleriyle kaplanmıştır.


"Müzeler ve Belediye Sarayı" Semti ile kaldığımız yerden devam ediyor olacağız... Herkese harika bir haftasonu dileğiyle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder