Roma bambaşka bir şehir... Roma harika bir şehir, Roma berbat bir şehir, Roma büyüleyici bir şehir, Roma paspal bir şehir, Roma kaotik bir şehir... Roma tarihin şehri, sanatın şehri, şarabın şehri ve aşkın şehri... Roma’yı insan sever ya da sevmez, ya da biraz sever ya da bayılır vs.. her şehir gibi; ancak bambaşka duygularla bu şehirde hayatın tadına bakıp, damağında Roma’nın dolgun tadıyla ayrılacağı kesin...
Bunları şu an yazan ben, Roma’ya geldiğim ilk birkaç saat içerisinde şehirden nefret ettim; ama sabırla okuyun, ilk saatlerinde nefret ederek tanıştığınız bir şehirde öyle güzelliklerle karşılaşıyorsunuz ki, “iyi ki geldik... “ diyerek hafif bir buruklukla ayrılıyorsunuz bu şehirden. Kaos havalimanında yakanıza ansızın yapışıverir... Kaostan önce zaten hafif şaşkın bakışlarınızı sensör takılmış gibi yakalayıveren, mafya babası kılıklı takım elbiseleriyle etrafınızı sarıp sizi otelinize ulaştırmak için kendi servisini satmaya çalışan açıkgöz bir İtalyan yapışmazsa tabii... Çok dikkatli olun, havalimanı, tren istasyonları ve metro durakları özellikle, insanların dikkatlerini levhalara vs vermiş oldukları anları kollayan yankesicilerle dolu...
Gelgelelim şehir merkezine uzanan yollara... Bir İtalyan taksici tarafından ilk saatte aptal turist modunda kazıklanmak istemiyorsanız, şehrin merkezine ulaşmak için diğer yollar bizim denemediğimiz tren ve denediğimiz, İtalyanların ne kadar sistemsiz ve plansız, ayrıca bunu da ne kadar umursamayan, kaos için doğmuş bir millet olduğunu apaçık ortaya koyan havalimanı otobüsleri... Otobüsün önünde oluşan uzun kuyruktaki sıranızı, doğal olarak çıkacak son dakika karışıklığında korumayı başarır ve valizinizi taşıma alanına yerleştirdikten sonra halen otobüs dolmamışsa, bir bilet alabilir ve bulduğunuz ilk yere çökebilirsiniz. Aynen bizdeki belediye otobüsü önü yığılmaları gibi anlık kaotik bir dalgalanma hayal edin... Kısa süreli huzurunuz şoförün bir trafik canavarı olduğunu farkettiğiniz, havalimanından çıkışa denk gelen üçüncü dakikadan itibaren artan bir ivmeyle bozulacak ve üzgünüm yolda birkaç kaza tehlikesi atlatılacak ya da otobüsünüz bizzat trafikteki birkaç aracı diskalifiye olma noktasına getirecekJ
Yine de merak etmeyin Roma’da bir şekilde sağsalim şehir merkezine varacaksınız. Biz gece otobüse bindiğimiz için trafik problemi yaşamadık; ancak gündüz şehir içi trafiğinde çok ciddi vakit kaybedilecektir. Otelinizin transfer opsiyonu varsa mutlaka tercih edin; yoksa tren opsiyonunu ciddi ciddi araştırmanızı öneririm, sadece şehir içi trafiğinde tıkılıp kalmamak için bile tren eziyet çekilebilir; ayrıca otobüsün de son durağı, devasal Termini İstasyonu’nun (Roma’nın merkezi tren istasyonu) arka cephesi...
Termini İstasyonu şehir merkezinin en doğusunda konumlanmıştır ve şehrin üç kısa metro hattından ikisi bu istasyonda kesişir. Termini Metro İstasyonu hayatınızdan görebileceğiniz en pis, en rezil, en yankesicisi bol, kısacası çok gerekmedikçe asla inmemeniz gereken, indiğinizde kafanıza yıkılacakmış izlenimi veren berbat ötesi bir yerdir. Yankesiciler bilet otomatlarının başında turistlere gönüllü yardım eli uzatırken, boşta kalan diğer elleriyle ustaca cüzdanlarını öpmektedirler... Rezalet bir yer, kafanızı kaldırdığınızda pislikten, yıkılacakmış hissiyatından ürpererek, değilseniz bile klastrofobik olarak alanı terketme riskiyle karşı karşıya kalıyorsunuz... Zaten, Roma’da metroyu veya herhangi bir taşıma aracını kullanmadan her yere yürüyebilirsiniz. Evet, sıkı bir antrenman olur kesinlikle; ancak yemek ve kahve molalarınızı iyi denk getirdiğiniz sürece her yere yürüyerek ulaşabilirsiniz. Hem yürümek çok keyifli; çünkü tüm şehir bir açıkhava müzesi... Termini Tren İstasyonu hiç de metrosu gibi pis veya döküntü değil; sadece havalimanına tren ile gidecek olanlar varsa, ilgili trenin hızlı adımda 20 dakikada yürünebilecek upuzun bir platformun sonundan kalktığını hatırlatmakta fayda var. “Biletimi nasılsa aldım; şurada bir kahve yudumlayıp, 10 dakika kala binerim.” gibi tehlikeli düşüncelerden uzak durmak şart, aksi takdirde arkadan el sallarsınızJ
Benzer durum, havalimanında da geçerli.. “Havalimanı güzelmiş, birkaç mağaza bakayım , nasılsa benim uçuş kapım hemen yukarıdaymış..” gibi rahat yaklaşımlar çok yanlış; çünkü Roma’da herşey “Yaşa ve gör” mantığı üzerine kurulu, kimse sizi asla uyarmaz... Yukarı kata çıktığınızda boş bir platform ve bir de tren görürsünüz ki, meğerse uçuş kapınız tren ile gidilebilen başka bir noktadaymış ve sizin trenden indiktan sonra gene 5-10 dakika yürüme mesafeniz varmış vs... Özetle, önce uçuş kapınıza kadar gelin, sonra alışveriş ve yeme-içme için ortalığa süzülüverirsiniz...
Bu arada havalimanında çok başarılı şarap alışverişleri yapabilirsiniz.. Birebir ürün bazında fiyat karşılaştıramayacağım; ama havalimanından 15€-30€ aralığında çok uygun fiyatlara çok başarılı şaraplar aldık... İlgilenlere söylemeden geçemedim... Tabii kendinizi burada kaybetmeden önce, aklınızda hep bilinmez bir uzaklıkta olan uçuş kapınız olsun...
Son uyarı, havalimanında check-in alanı yakınında yer alan valiz koruyucularla mutlaka valizinizi sarıp sarmalayın... THY ile döndük ve valizimin bir tarafından el ayası büyüklüğünde bir deri parçası kopmuş, diğer tarafında bıçaklanmış gibi 20cm uzunluğunda boydan boya bir yarık açılmış ve çekçek sapının yarısı,- sıcak bir zemine değmiş olmalı-, erimiş ve kopmuştu. Benden söylemesi, yer hizmetleri ciddi rezalet anlayacağınız....
Evet, havalimanı, metro, tren kabuslarından sonra, söz veriyorum, devamı için tek kötü bir sözüm kalmadı söyleyecek... Özetle, Romalılar plansız, dağınık, kaosa aldırış etmeyen buna bir şekilde alışmış, toplu yaşam alanlarında da hijyene önem vermeyen insanlar; ancak şehir muhteşem ve hadi artık turlamaya başlayalım...
İlk durağımız, Fontana di Trevi, yani nam-ı değer Aşk Çeşmesi olsun... Gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı büyüleyici, 18.yüzyıldan kalma Roma’nın bu en büyük çeşmesi, sürekli bir turist kalabalığıyla çevrelenmiştir. Hayatının aşkını bulma dileğiyle atılan bozuk paralarla dolu bu çeşme, Nikola Salvi’nin teatral bir tasarımıdır ve denizin iki zıt halini simgeleyen iki Triton bulunmaktadır.
 |
Fontana di Trevi |
 |
Fontana di Trevi |
Şehirdeki en canlı duraklardan biri de hemen kısa bir yürüyüş mesafede olan İspanyol Merdivenleri’dir. İspanyol Merdivenleri’nin yukarısında yer alan, iki çan kuleli bir kilise olan ve girişinde yer alan merdivenlerin tepesinden güzel bir Roma silueti yakalayabileğiniz Trinità dei Monti’nin Fransız sahipleri, 17. yüzyılda kiliseyi Piazza di Spagna’ya (İspanyol Meydanı) bağlayacak görkemli merdivenler yaptırmak istemişler. Böylece, İtalyan mimar Francesko de Sanctis’in güzel kavisli merdivenleri ve teraslarıyla bugün şehrin en önemli buluşma mekanlarından biri ortaya çıkmış. Hemen önünde uzanan Piazza di Spagna’nın ortasında Bernini ya da babası Pietro tarafından tasarlanmış olan, şehrin en az gösterişli çeşmelerinden Fontana della Barcaccia yer alır.
 |
Trinità dei Mondi, İspanyol Merdivenleri, Fontana della Barcaccia |
İspanyol Merdivenleri’nin hemen karşısında uzanan Via Condotti isimli cadde, geleneksel Roma moda tasarımın mağazalarıyla doludur. Valentino, Armani, Versace gibi dünyaca ünlü moda tasarımcılarının birbiri ardına sıralan vitrinlerinin keyfini çıkarmadan hemen önce, 18. yüzyıldan bu yana Roma’nın en seçkin kafelerinden biri olan Caffé Greco’da bir kahve molasını şiddetle önermekteyim.
 |
Caffe Greco |
Sonraki durağımız, Via Condotti’yi geçtikten sonra sadece birkaç dakikalık yürüyüş mesafesinde olan, üç yolun kesişiminde yer alan, parke taşlı, oval bir meydan ve Roma’nın göbeğine açılan simetrik bir alan olan Piazza del Popolo... Piazza del Popolo’nun bir tarafında, Roma zafer taklarını örnek alarak yapılmış olan, devasa Porta del Popolo’nun birbirine eş iki Neo-Klasik ön cephesi yükselir. Meydanın ortasında bir Mısır dikilitaşı vardır. Meydanın hemen diğer tarafında ise muhteşem kubbe revaklarıyla Santa Maria dei Miracoli ve Santa Maria di Montesanto kiliseleri yer almaktadır. Piazza del Popolo’nun güney ucunda yer alan bu iki kilise, mimar Carlo Rinaldi’nin en az çağdaşları Bernini ve Borromini kadar usta olduğunu göstermektedir; çünkü dikkat çekici bir nokta yaratmak için Piazza del Popolo’nun simetrik olması istenmekteymiş; ancak kiliselerin konumlanacağı alanlardan soldaki sağdakinden daha da dar olduğu için, Rinaldi bu sorunu, Santi Maria di Miracoli’ye yuvarlak ve Santa Maria di Montesanto’ya oval birer kubbe yaparak çözümlemiş. Sonuç olarak da ortaya kentin en uyumlu meydanlarından biri çıkmış. Meydanın bu rasyonellğine karşın, tarihi boyunca maalesef birçok barbarca ve vahşi olay burada sahnelenmiş...
 |
Piazza del Popolo - Arka planda Porta del Popolo |
 |
Piazza del Popolo - Arka planda Santa Maria dei Miracoli ve Santa Maria Montesanto Kiliseleri |
 |
Santa Maria del Popolo |
Meydanın kuzey ucunda yer alan Porta del Popolo’nun hemen arkasında, Roma’nın en büyük sanat eserlerinden biri olan, 15. yüzyıldan kalma erkan bir Rönesans Kilisesi olan Santa Maria del Popolo yükselmekte. İçerisinde birçok ünlü ailenin şapelinin bulunduğu bu kilisede, Bernini, Caravaggio, Rafaello gibi pek çok usta ismin de eserleri yer almaktadır. Bunlardan en dikkat çekicisi ise, Rafaello’nun ünlü banker Chigi için yaptığı Chigi Şapeli’dir. Dan Brown’ın sürükleyici kitabı “Melekler ve Şeytanlar”ı okumuş olanların daha ben yazmadan aklında geçirdiği gibi, “Diz Çöken İskelet” olarak bilinen ve ölümü temsil eden yer mozaiği 17. yüzyılda Chigi Şapeli’ne eklenmiştir.
Santa Maria del Popolo’dan ayrıldıktan sonra en güzel alternatiflerden biri, hemen yakındaki Tevere Nehri boyunca gerçekleştirilecek keyifli bir yürüyüş sonrasında, tarihi İS 2. yüzyıla uzanan, efsaneye göre Başmelek Mikail’in kalenin üzerinde görünüşü ile bugünkü ismini alan Castel Sant’Angelo ve hemen önünde uzanan Ponte Sant’ Angelo’yu gündüz gözüyle görmektir. Hem kalenin hem de köprünün gece aydınlatmasıyla da oldukça büyüleyici göründüğünü hatırlatarak, Roma gezinin boyunca en az iki ziyareti hakettiğini mutlaka belirtmeyi istemekteyim. Tevere Nehri üzerinde izleyeceğiniz yolda, mutlaka dikkatinizi çekecek oldukça ihtişamlı olan Palazzdo di Giustizia ( Adalet Sarayı) aslında oldukça yenidir ve 20.yüzyılda devlet mahkelemeleri için inşa edilmiştir. Ön cephesi devasa heykellerle süslü olan bu yapı, kendisini bir türlü Romalılara sevdirememiş ve zaman içerisinde Palazzaccio (eski, çirkin saray) lakabını alıvermiştir.
 |
Tevere Nehri |
 |
Palazzo_di_Giustizia |
 |
Castel Sant' Angelo ve Ponte Sant'Angelo |
 |
Ponte Sant' Angelo üzerinde melek heykeli ve arka planda Castel Sant' Angelo |
Castel Sant’ Angelo, Ortaçağ’da kaleye dönüştürülmüş ve siyasi kargaşa dönemlerinde papaların ikametgahı olmuştur. En aşağısında yer alan karanlık zindanlardan, papaların dairelerine kadar uzanan 58 odalı müze, kalenin 2. yüzyıla uzanan tarihin gözler önüne sermektedir. 17. yüzyılda kuşatma dönemlerinde savunma amaçlı yapılan beş köşeli burçlar ile kale bugünkü pentagon şeklini almıştır. Vatikan Koridoru, Vatikan Sarayı’ndan Castel Sant’Angelo’ya dek uzanmaktadır. Tehlike anında papaya kaçış yolu sağlaması için 13. yüzyılda inşa edilmiştir.
Castel Sant’ Angelo’dan sonra, Tevere Nehri’nin diğer tarafında kalan, Roma’nın belki de en güzel meydanı olan, Piazza di Navona’ya yola çıkıyoruz. Piazza Navona, Bernini’nin eseri olan göz alıcı üç çeşmenin etrafında uzanan, tamamen yayalara ayrılmış, etrafını turistik kafe ve restoranların çevrelediği, oval biçimli bir meydandır. Günün her saati canlılığını ve hareketliliğini koruyan bu meydan ve etrafındaki bölge Barok kiliseler ve Rönesans dönemi yapılarıyla doludur.. Piazza Navona’nın şüphesiz en göz alıcı öğesi, Bernini’nin 17.yüzyılda, Mısır Dikilitaşı’nı desteklemek için tasarladığı, Fontana dei Quattro Fiumi’dir ( Dört Irmak Çeşmesi). Ganj, Tuna, Nil ve Rio de la Plata nehirlerinin dört dev ile temsil edildiği çeşme, Papa X. Innocentius Pamphilj için, ekmek gibi temel ihtiyaç ürünlerine konan vergilerle yaptırılmıştır. Çeşmenin hemen karşısında, yine Papa X. Innocentius tarafından Bernini’nin rakibi olan Borromini’ye yaptırılan, Sant’Agnese in Agone Kilisesi yer almaktadır. Kilisenin, genç Azize Agnes’ın inancını reddetmesi için çırılçıplak bırakıldığı genelevin yerine kurulduğuna inanılmaktadır.
 |
Sant' Agnese in Agone Kilisesi
|
 |
Fontana dei Quattro Fiumi üzerinde yer alan Mısır Dikilitaşı |
 |
Piazza di Navona |
 |
Piazza di Navona - Binalar |
Piazza Navona bölgesinin büyüleyici kilise ve tarihi yapılara ev sahipliği yapan ara sokaklarında yapılacak yarım saatlik bir yürüyüşün sonrasında, muhteşem Pantheon’un bulunduğu Piazza della Rotonda’ya geçerek günün son duraklarından birine doğru hareket ediyoruz...
Gece-gündüz hareketli kalabalığı, etrafını saran kafe ve restoranları ile oldukça işlek ve güzel bir meydan olan Piazza della Rotonda, yaklaşık 2000 yıllık tarihiyle Roma’nın en iyi korunmuş, Avrupa mimarisinin en önemli eserlerinden olan antik Pantheon Tapınağı’nı barındırmaktadır. Tarihi İ.Ö 1. yüzyıla kadar uzanan, “bütün tanrıların tapınağı” olarak bilinen Pantheon, bugünkü halini Marcus Agrippa tarafından yapılan ilk tapınağın yerine daha görkemli bir tapınak koymak isteyen İmparator Hadrianus’a borçludur. İ.S. 118-125 yılları arasında, Roma mimarisinin en harika örneklerinden biri olan Pantheon’un bugünkü mimarisi tamamlanmıştır. Pantheon’un şüphesiz en dikkat çekici özelliği, yarım küre şeklinde, yüksekliği ve yarıçapı birbirine eşit olan (43,3m) devasa kubbesidir. Tek ışık kaynağı tepesindeki oculus ismi verilen bir delik olan Pantheon’un bu mühendislik harikası devasa kubbesi, geçici bir ahşap çerçevenin üzerinde süngertaşı ve kireçtaşı karışımının dökülmesiyle inşa edilmiştir. Süslü ve girintili paneller sayaesinde kubbenin ağırlığı ciddi oranda azaltılmıştır. Ortaçağ’da bir kiliseye dönüştürülen Pantheon’un içinde, Rafaello’nun Mezarı’ndan , modern İtalya krallarının mezarına kadar birçok önemli kişinin mezarı yer almaktadır. Pantheon içerisindeki en önemli bölümlerden biri olan Rafaello’nun Mezarı, Lorenzotto’nun Madonna Heykelinin altında yer almaktadır.
 |
Pantheon |
 |
Pantheon İç Mekan |
Pantheon’un girişini arkanıza alıp önünde durduğunuzda hemen kuzeydoğu tarafında yer alan sokağın girişinde yer alan La Tazza d’Oro kendine özgü muhteşem taze kahveleriyle ünlüdür. Dilerseniz burada, 1€’dan başlayan nefis kahveleri, İtalyanlar’ın günlük rutinlerinde yaptıkları gibi ayakta yudumlayıp on dakikalık bir mola verebilir ya da taze çekilmiş kahvelerden satın alabilirsiniz.
 |
La Tazza d'Oro |
Pantheon’un hemen sağ yanındaki dar sokaktan devam ederek, Bernini’nin 1667 yılında yeni bulunmuş bir dikilitaşı mermer bir filin sırtına yerleştirerek tasarladığı Santa Maria sopra Minerva dikilitaşının yer aldığı Piazza della Minerva’ya ulaşıyoruz. Hemen arkasında yer alan Santa Maria sopra Minerva Kilisesi, 13. yüzyıla uzanan Gotik yapılardan biri olmakla beraber, İtalyan sanatının eksiksiz tüm öğelerini bir arada barındırmaktadır. Bu meydanın bitiminde yer alan Via del Gesu’yu izleyerek Barok dönemi harikası olan Gesù Kilisesi’ne devam ediyoruz. Özellikle kubbe freskleri ve nefin panel kaplama tonozlarına kadar uzanan Il Baciccia’nın Isa’nın Zaferi freskindeki figürler Gesù Kilisesi’nin en dikkat çekici özelliklerindendir.
 |
Piazza della Minerva |
 |
Gesù Kilisesi |
 |
Gesù Kilisesi - İç Mekan & Ana Altar |
 |
Gesù Kilisesi - Tavan Freskleri |
Kısa bir yürüyüş sonrasında, İmparator Hadrianus’un ilahlaştırılması onuruna yapılmış olan ve İ.S. 145 yıllarına uzanan Hadrianus Tapınağı’na doğru ilerliyoruz. Korint düzeninde, 15m’lik 11 adet mermer sütun bugün halen ayaktadır. Hadrianus Tapınağı’nın hemen arkasında yer alan ve Rokoko tarzının en önemli örneklerini yansıtan bir meydan olan, Piazza di Sant’Ignazio aynı zamanda Gesù Kilisesi ile aynı dönemde yapılan Sant’Ignazio di Loyola Kilisesi’ne de ev sahipliği yapmaktadır. Bu kiliseyi gezdiğimiz saatte, kilise korosunun tarihi kıyafetlerle yaptıkları müzikli canlandırmaya denk gelerek bu çok renkli ve çok başarılı gösteriyi de Roma sakinleriyle birlikte izleme fırsatı bulmuştuk. Aşağıdaki fotoğraf da işte bu andan...
 |
Hadrianus Tapınağı |
 |
Sant' Ignazio di Loyola |
Piazza della Rotonda semtinin hemen yanında yer alan ve Fontana di Trevi’nin de ye aldığı Quirinale Semti, Roma’nın rijinal yedi tepesinden birinin üzerinde kurulmuştur. Semtin en doğu kısmında geniş, bankalar, seyahat acentaları, kafeler ve restoranlarla çevrili, ortasında büyük ve gösterişli Fontana della Naiadi’nin bulunduğu büyük Piazza della Republica isimli meydan yer alır.
 |
Piazza della Repubblica |
Quirinale Semti’nin hemen yanında muhteşem Santa Maria Maggiore Kilisesi’ne ev sahipliği yapan Esquilino Semti yer alır. Santa Maria Maggiore, büyük Roma bazilikaları arasında farklı mimari tarzların bir arada kullanılması konusunda en dikkat çekici örnektir. Göz kamaştıran, Rönesans döneminde yapılmış panelli tavan süslemelerinde Kolomb’un Amerika’dan getirdiği ilk altınlar kullanılmıştır. Barok dönemde ise kiliseye, ön ve arka cepheler ile ikiz kubbe eklenmiştir. Santa Maria Maggiore’nin en dikkat çekici özelliği, nef ve zafer takındaki mozaikleridir.
 |
Santa Maria Maggiore |
 |
Santa Maria Maggiore - Panel Tavan |
 |
Santa Maria Maggiore - Yan Tavan ve Koridor |
Roma’da yüzlerce kilise vardır; ancak en önemli kilselerinden biri olan Santa Maria della Vittoria, şehrin kuzey doğusunda yer alan Via Veneto Semti’nde bulunmaktadır. Barok mimarisinin güzel örneklerinden biri olan bu kilisenin en dikkat çekici kısımlarında biri, bir tiyatro sahnesinin anımsatan Cornaro Şapeli’dir. Sahnenin ortasında, yine Dan Brown hayranlarının “Melekler ve Şeytanlar” kitabından anımsayacakları gibi, Bernini’nin ünlü Azize Teresa’nın Vecdi heykeli yer almaktadır.
 |
Santa Maria della Vittoria - İç Mekan & Ana Altar |
 |
Azize Teresa'nın Vecdi - Bernini |
Bernini'nin çeşmeleriyle damgasını vurduğu, göz alıcı meydanları, yüzlerce Barok, Rönesans ve Neo-Rönesans mimarisinin en güzel örneklerini yansıtan kilise, saray ve çeşitli binalarıyla bir açıkhava müzesi olan Roma, özetle bir tarih, sanat ve Rönesans şehri...
Roma İmparatorluğu döneminde Roma ve hemen yanıbaşındaki Vatikan'ı ilerleyen yazılarımızda paylaşmak üzere...
pek çok bilgi var, emeğiniz için teşekkürler
YanıtlaSil